Hollanda’nın siyaseti ve seçimleri, pek öyle Türkiye’de takip edilen konular değil.
Oysa 2024 yılı, Türkiye ile Hollanda arasında “resmî işgücü” anlaşmasının imzalanmasının da 60 yılı. Bugün, Hollanda’daki göçmen geçmişi olanların en büyük kesimini Türkiye’den oluşturuyor. Bunun ötesinde, Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu yana tarihi bağlardan bahsediyoruz.
Dahası Hollanda, Türkiye’de en çok yatırım yapan dış ülke. Ve hatta, 2023’ün ilk çeyreğinde de, en çok yeni dış yatırımın geldiği ülkelerin başını çekiyordu.
Hollanda’nın 22 Kasım genel seçimleri, Türkiye’yi de çok ilgilendirecek biçimde sonuçlandı. Ama beklenenin aksine bir sebeple…Bu seçimlerin Türkiye’de ilgilendiren kısmının, 1977 Ankara doğumlu Dilan Yeşilgöz’ün ülkenin ilk kadın başbakanı olması bekleniyordu. Gerçi, Hollanda’nın çok parçalı parti sistemi, başbakanın belirlenmesinin müzakereye dayalı koalisyon oluşum süreçlerine bağlı olması gibi sebeplerle; Yeşilgöz’ün, seçim gecesinden “Hollanda’nın lideri” çıkması zor gözüküyordu. Ancak, kimileri için Yeşilgöz’ün Türkiye doğumlu, kimileri için de Kürt kökenli olması heyecan yarattı Avrupa ve buralarda…Daha sandıklar kapanmadan Hollanda Başbakanı ilan edildi Dilan Yeşilgöz…
Ne var ki, Hollanda’da Ekim başından beri dikkat çekici bir siyasi gelişme yaşanıyordu: ülke politikasının “radikal bir öğesi” nazarıyla bakılan Geert Wilders ve partisi PVV, 6-8 puan kazanımla birden yükselmişti. Wilders’ın oylarındaki bu zıplamayı görünce, seçmenlerden kamuoyu araştırmalarının radarının altında kalan bir kitle olabileceğini düşünmeye başlamıştım.
Türkiye’de de Mayıs seçimleri öncesi, iktidar karşıtı bir “dip dalga” olduğu söyleniyordu malum: bizde tablo sonradan Cumhur İttifakı’nın artı hanesine yazılan bir “mini dip dalga” çıktı. Ama, Hollanda’da da, “sistem karşıtı” bir dip dalganın olması bana muhtemel geliyordu.
Wilders’in “aşırı sağın marka yüzü” haline gelmesi, seçmenlerinin kamuoyu araştırmalarında kime oy verecekleri sorulduğunda, tercihlerini gizlemesine yol açmış olabilirdi. Ayrıca, Ekim’den itibaren yaklaşık son 1,5-2 aylık süreçte Wilders’ın oylarını arttırması, Hamas’ın İsrail’e olan saldırısının da Hollandalı
seçmenlerde yarattığı tepkiye de bağlanabilirdi. Bu iki hipotez de, son derece olası. Her halûkârda, Hollanda’nın seçimler öncesi kamuoyu araştırmaları yanılmış gözüküyor: Dilan Yeşilgöz’ün partisi muhafazakâr sağ, beklendiği gibi “net birinci” çıkmadı. Avrupa yanlısı AB Komisyonu eski başkan yardımcısı Frans Timmermans liderliğindeki Sosyal Demokrat ve Yeşiller, beklenenin üzerinde performans gösterdi.
Fakat, seçimin net muzafferi Wilders ve PVV.
Wilders, partiyi 2006’da kurduğunda, Hollanda’da göçmen karşıtı tartışmalar yoktu; tersine “açıklık” ve “çoğulculuk” ile övünen bir toplum vardı. Wilders, 1963 doğumlu ve 1989’dan beri siyasetin içinde. Politikaya atıldığında merkez sağ VVD’nin çizgisinde olan Wilders’ı ayıran, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı çıkması oldu. Türkiye’nin üyeliğinin ateşli bir aleyhtarı olan Wilders, 2004’te VVD’den ayrıldı; iki yıl sonra da, PVV’yi kurdu.
Avrupa aşırı sağını, en çok şekillendiren iki ismi saysak; Batı Avrupa’da Wilders ve Orta Avrupa’da da, Macaristan Başbakanı Viktor Orbán diyebiliriz. Bu iki siyasetçi de, biri Batı’dan biri de Doğu’dan Avrupa’yı adeta parantez içine alıp, kendi siyasi çizgilerine çektiler. Her ne konuya ideolojik olarak siyasi yatırım yaptılarsa kazandılar; 2000’lerin sonlarında “aşırı” ve “ekzantrik” gelen çizgileri, 2020’lerin ortasına gelirken tüm Avrupa’yı etkiliyor.
Türkiye de Hollanda’nın seçiminden fazlasıyla etkilenecek. Wilders’ın Erdoğan’a, Erdoğan ve AK Partilerin de Wilders’a demediğini bırakmadığını biliyoruz. Wilders, arada Türkçe sosyal medya paylaşımları da yapıyor; Türkiye, siyasi kariyerinde “idefiks” noktalarından…
2017’de “Başkanlık Referandumu” kampanyası kapsamında, AK Partilerin Hollanda’da mitingler düzenlemesine izin verilmemişti hatırlanacağı gibi. Dönemin başbakanı, VVD lideri Mark Rutte, Türkiye’yi hep idare etmek isteyen, gerginlikten kaçan bir siyasetçi olduğu halde; kriz, Ankara tarafından tırmandırılmıştı. İkinci Dünya Savaşı’nda işgal edilen ülkelerden olan Hollanda’nın hükümetine de o dönem “Nazi” denildiğini unutmayalım.
“Avrupa’da AK Parti’nin şubesi” olarak adlandırılabilecek başlıca siyasi oluşum olan DENK Partisi de, 2017’de Hollanda parlamentosuna üç temsilci yollamıştı. Diğer bir deyişle, başkanlık referandumunun bir diğer kazananı onlar olmuştu. DENK, bu sefer tüm kampanyasını Filistin konusu üzerine kurdu. Filistin bayrakları donanmış bir profil çizen DENK’in, 2 milletvekili olması bekleniyor.
Türkiye’nin 2024 yerel seçimleri kampanyasına da malzeme çıkmış olacak böylece: artık bol bol portakal bıçaklanıp durur 2017’de olduğu gibi. Gerçi, portakalın kilosu da, 40 kat arttı; o zaman kuruşla alınırken, bugün kuruş diye bir para biriminin geçerliliği yok.